16 Şubat 2010 Salı

TOPHANE

Geçmişi Bizans’a dek uzanan Tophane semti yüzyıllar boyu hem ticari hem de askeri açılardan çok önemli bir semt olmuş. Bugün de zücaciye başta olmak üzere pek çok alanda bir ticaret merkezi olara piyasaya ve ekonomiye yön veren bir yer. Ha! Bir de nargilecileri var ki görülmeye ve denemeye değer…

OSMANLI’NIN İLK ÜRETİM ENDÜSTRİSİ; TOPHANE-İ AMİRHANE

Vedat Türkali’nin “Bir Gün Tek Başına” romanında İstanbul’u gelecek güzel günler için beklemeye çağıran bir şiir vardır, şehri, hüznü ve neşesiyle olduğu gibi anlatan çok güzel bir şiir. Şairin İstanbul’a; Tophane’nin karanlık sokaklarında koyun koyuna yatan çocuklarıyla beklemesini söylediği mısra, ne zaman Tophaneden geçsem dilime dolanır.

Bugün de buradayım. Pera’nın biçare Tarlabaşı semti hariç, çehresi yavaş yavaş değişen diğer semtleri gibi, bir yandan değişim vaat ederken bir yandan da yeni rant alanı gözüyle bakılan Tophane’de. İstanbul’da bazı semtlerin yüzyıllar boyu kaderi değişmez, hep aynı kalır. Nasıl ki Galata bir devrin gemicilerinin eğlence mekânı ve bugünde yine benzeri evlerin değişmez adresi olmuşsa, Tophane de Osmanlı İmparatorluğu’nun üretim endüstrisinin ilk başladığı yerdir ve halen de bir ticaret merkezi olarak varlığını sürdürmektedir.

Ben de gezime başlangıç noktası olarak Tophane-i Amirhane’yi seçiyorum. İsmi gibi görünümünün de gizemli bir çekiciliği olan bina, fetih sonrası Osmanlı Donanması’na top dökümleri yapmak için kurulan dökümhanelerden birisi. Semt de ismini buradan alıyor zaten. Sonradan tüm Avrupa kalelerini zorlayacak Ejderhan, Balyemez, Zorbozan gibi isimlerle anılan devasa toplar burada imal edilmiş. Yukarıda da bahsettiğim gibi Tophane-i Amirane yüzyıllar boyu üretime yönelik bir endüstri kuramayan imparatorluğun ilklerinden olmuş ama ne var ki savaş endüstrisinin. Bugün artık Mimar Sinan Üniversitesi’ne bağlı bir kültür ve sanat merkezi olarak faaliyetini sürdürüyor. Ve bence bu ona daha çok yakışıyor

TOPHANE KABADAYILARI

Semtlerin isimlerinden, kaderleri ne kadar etkilenir bilmiyorum. Bir dönem ordular için en mühim savaş malzemeleri üretilen bu mekânın bir diğer şöhretinin de kabadayıları olması, olsa olsa bir tesadüftür diye düşünüyorum. Tabi her tesadüfte bir gerçek payı olduğunu göz ardı etmeyerek.

Üstelik öyle bugünkü gibi sahte değil harbi kabadayılar; yedi cihana nam salmış, her daim fesleri yana yatık, ince beyaz göyneklerinin üzerine giydikleri yelekleriyle yaz kış yaka bağır açık dolanan, illaki boyunlarından muskayı ellerinden tespihlerini eksik etmeyen mahallelerinin namus ve şerefini kollayan ve buna mukabil saygı gören kişiler. Yani hadiseyi raconuna uygun icra eden insanlar.

Bir rivayete göre İstanbul’un işgali esnasında ele geçirilemeyen tek yer Tophane imiş. Geceleri burada harp halinin o ıssız sokaklarında İngilizlerin boğazını keserlermiş. Bugünkü Boğazkesen Caddesi adını buradan alırmış meğer. Eğer gerçekse bu yazdıklarım bu işi yapanlar olsa olsa o namlı kabadayıların torunlarıdır.

FATİH’İN GEMİLERİNİN KARADAKİ GÜZERGAHI

Tophane, silah; silah, kabadayı; kabadayı, Boğazkesen derken ucuca eklenen halkalar gibi zincir çekiyorum galiba, ama Boğazkesen deyince aklıma bir başka anekdot geliyor;

Şu anda ben, tam Boğazkesen caddesinin başında duruyorum. Yani Fatih’in gemileri karadan yürüttüğü güzergâhın üzerinde. KılıçAli Paşa Cami önlerinden karaya çıkartılan kadırgalar işte tam da bu cadde boyunca taşınmış. Gel de zamanda bir yolculuğa heveslenme şimdi. Böyle kocaman kocaman Kadırgalar, bir telaş bir heyecan, ortalık zaten toz duman, dev gibi leventler tarafından sağdan soldan yağan komutlarla vira vira çekiliyor, bende bir kenarda durmuş seyrediyorum, zamanın dışından bir misafir olarak... Kadırgalar önce Galatasaray’a derken İstiklal caddesine çıkıp, Asmalımescit ve Tepebaşı üzerinden Kasımpaşa’ya iniyor. Benim zincirimin son halkası da bu oluyor.

Caddeyi arkama alıp aşağıya doğru yürüyorum. Semtin en sevdiğim yerlerinden biri de Tophane Meydanındaki 273 senelik çeşme, Her gelişimde duruşuna, işlemelerine, güzelliğine hayran olurum, ama bir yandan da o bakımsız ve perişan hali bir hüzün verir bana. Nihayet restore edildi ve artık eski ihtişamına kavuştu.

NARGİLEM DUMAN DUMAN

Çeşmeyi biraz geçince nargileciler başlıyor. Eskiden Salı Pazarı olarak anılan Amerikan Pazarındaki dükkânlar, eski köprünün yanmasından sonra birer birer oraya taşınan çayevleri ile şenlenerek bugünkü nargile bahçeleri halini aldı. Köprü kadar olmasa da kendilerine has bir demleri var hala. Hele baharda yahut sıcak yaz günlerinde yana yakıla serin bir gölge aradığımızda. Envai çeşit nargilesi ve dahi müdavimi var buranın. Boy boy nargileler, içinde kullanılan malzemeye ve aromasına göre hafif yahut ağır tercih edilebiliyor. Havanın inceden ayaza kesmiş olasına rağmen hala dışarıda olan masalarda tek tük insanlar nargile keyfi yapıyor. Aralarından geçerken burnuma çarpan kekremsi kokuları ve mangallarından tüten dumanlarıyla başımı döndürüyorlar. Gözüme kestirdiğim bir masaya ilişiyorum. Bu defa portakallı bir tane deneyeceğim. Şayet olur da denerseniz benden tavsiye yanına bir de elma çayı gibi hafif, sıcak bir içecek söyleyin, nargilenin ağızda bıraktığı hafif kuruluğa birebir geliyor.

GÜN BİTERKEN

Tophane’nin gün içindeki yoğunluğu nasıl kendine has güzelse gecesi de bir başka oluyor. Akşama doğru dolunay, etrafında haresi ve bütün cazibesiyle, Tophane’nin karanlık sokaklarındaki eski binaların sırtından yükseliyor. Gündüzün yorgunluğu yerini aheste revan akşamın rehavetine bırakıyor. Ve Tophane kendini bir sonraki iş gününe hazırlamak için dinlenmeye çekiliyor…