12 Mart 2010 Cuma

YENİKÖY den İSTİNYE ye



GEÇMİŞ ZAMAN OLUR Kİ HAYALİ CİHAN DEĞER

Kocaman taşlı yüzükleri, kuaförden yeni çıkmış havalı ve röfleli saçları, makyajlı ama buruşuk ve tatlı suratlarıyla yanımdaki masada oturuyorlardı. Meşhur Yeniköy kahvesinde denize nazır nefis bir öğle atıştırması yapıyordum. Birazdan Yeniköy’den İstinye’ye dek şöyle bir uzanacaktım. Birisi yelpazesini zarif bir el hareketiyle sallıyordu. Eylül yaprakları hafif kızarmaya yüz tutmuş olmasına rağmen hava hala sıcaktı. Diğeri parlak rugan çantasından benim çocukken anneme özenerek kullandığımı o an görünce hatırladığım gümüş saplı küçük aynasını çıkarıp rujuna baktı. O bahçede bir başka devrin bir başka insanları oldukları ve hala o devrin sonbaharını yaşadıkları her hallerinden belliydi. Muhtemel ki eski hatıralarını yad eden iki eski arkadaştılar ve çok ama çok tatlıydılar.

Onları hatıraları ile baş başa bırakıp çıkarken küçük boğaz gezimin daha başında rastladığım bu güzel manzara bana buranın İstanbul’un diğer yerlerinden farklı olduğunu bir kez daha hissettirdi. Yeniköy yol boyu sıralanmış eşsiz güzellikteki yalıları, tepelere doğru uzanan arnavut kaldırımlı dar sokaklardaki iki katlı restore edilmiş tarihi evleri ve yemyeşil doğasıyla gerçektende İstanbul’un nadide semtlerinden birisi.

NEOHORİON

Tarihine kısaca göz attığımızda imparatorluk döneminde çıkan imar amaçlı bir ferman ile Karadeniz bölgesinden toparlanan bir miktar Türk ve Rum ailesinin burada iskân edilmiş olduğunu görüyoruz. Böylece 16.yüzyılın ortalarında şekillenmeye başlayan bu yeni yerleşim alanına Türkler “Yeniköy”, Rumlar ise, yine aynı anlama gelen “Neohorion” adını vermiş. Eski yıllarda İstanbul’a oldukça uzak olan ve ancak deniz yoluyla ulaşılabilen Yeniköy 19.yüzyılın ikinci yarısında Boğaz’a vapur seferlerinin başlamasıyla rağbet görmeye başlamış ve köy olmaktan çıkıp yavaş yavaş yaz kış oturulan makbul bir yer olmuş..

Evliya çelebi Seyahatnamesinde Yeniköy ile ilgili şöyle yazmaktadır: " Burası Sultan Süleymen'ın fermanı ile iskan edildiği için Yeniköy derler. Üç bin haneli, bağlı ve bahçeli müzeyyen bir şehirdir. Galata kadısı'nın naibi hükmünde olup, subaşısı, yeniçeri Serdar'ı, çavuşu ve yasakcıları vardır. Üç camii olup, lebiderya'da olan kaptan Halil paşa cami gayet şirindir. Hacı Ömer hanesi önünde, yeniçeri avcıları, Istranca dağlarında avladıkları Karacaların etini padişah için pastırma yaparlar, evin önünde ki çimenzar sofada perverde ederler; çünkü buraların ab-ı latifdir. Bir hamamı, bir hanı ve bekar odaları, iki yüz dükkanı vardır. Karadeniz'e giden gemilerin kaptanları, peksimeti Galata'dan ve Yeniköy'den alırlar

Avrupa ve Asya sahillerinin birbirlerine en uzak olduğu ve en fazla akıntının bulunduğu yer olması dolayısıyla gemi kazaları açısında en tehlikeli bölgelerden birisi oluşu sahil boyu yalılarına olan hayranlığımı zerre kadar etkilemiyor, içlerindeki yaşantının ortalama standartlara sahip diğer hayatlardan ne kadar farklı olduğunu düşünerek önlerinden geçiyorum. İstanbul’un hemen her eski semtinde olduğu gibi Yeniköy’de dönem yangınlarından nasibini almış. Halada zaman zaman bu güzelim eski ahşap evler yanıyor, yahut yakılıyor. Ama işte yine de muhteşem görünüyor.

Semtin tek meşhur olan yeri bir dönem başbakan bile ağırlayan Yeniköy kahvesi değil, sütlü tatlıların en güzeli olan tavukgöğsünü ben daha küçükken, ailecek gelip yediğimiz Zeynel var. Bu civara uğradığım her vakit olduğu gibi, üstelik artık çocukluğumun aksine bir yetişkin olmanın verdiği avantajla dondurmalısını yediğim bu tatlıyı elbette bugünde es geçmiyorum.

İstinye’ye yürümeye devam ederken yalıların geçit verdiği küçük aralıklarda, tek tük insanlar yeni yeni açılan balık sezonunun tadını çıkartıyor. Eylül’de İstanbul hele de boğazda bambaşka bir güzelliğe bürünüyor. Bende bir sonbahar rehaveti İstinye’de uzun bir kahve sefası daha yapıyorum. Gözlerim denizin ve karşı kıyıların güzelliğinde dinleniyor.

Bir mevsim daha dönüyor, ağaçlarda yavaş yavaş kuruyan yapraklar tek tük dökülüyor. Bir ay sonra tekrar geldiğimde koca çınar ağaçlarından dökülmüş bu romantik hışırtıların arasından beklide ilk yağmur damlaları eşliğinde yürüyeceğim ama muhakkak bu keyfi tekrar edeceğim. Hatta belki, kim bilir kaç mevsim sonra bir gün bende eski bir arkadaşımla buraya gelip belki bugün gördüğüm hanımlar gibi birinin yazısına bir paragraf olurum. Olabilir mi?