28 Şubat 2011 Pazartesi

FATİH....



“” Yedi tepeli şehrin yedi tepesine yedi ayrı et parçası atılmasını buyurdu şehrin fatihi Sultan Mehmed. En son bozulan et parçasının bulunduğu tepeye büyük bir dini, sosyal ve kültürel etkinlik merkezi yapmaktı amacı. Ve böylece İstanbul'un ilk büyük külliyesinin temelleri bu semtte atıldı; Fatih Külliyesi “”




İstanbul’un rivayetler ve efsaneler ile sarmaş dolaş olup yedi tepeyi dolaşan hikâyelerini çok seviyorum. Şimdi burada, şehrin dördüncü tepesindeki Fatih Cami’nin asırlık avlusunda dururken o günleri gözümün önüne getirmeye çalışıyorum; Fetih günlerini… Öncesini ve sonrasını… Bir devrin bitip bir diğerinin başlamasını.

Sert esen Lodos rüzgârı güzelim kış güneşini bulutlandırıp yüzüme ince ince yağmur damlaları serpiyor. Fatih’in İstanbul’u feth ettiği yaştaki gençler, ikili üçlü gruplar halinde dolaşan kadınlar, kediler ve diğer ahaliden ibaret bugünkü görüntüsüyle avlu, geçmişten bugüne ser veriyor, sır vermiyor.

Cümle kapısının iki yanında ve üstünde bulunan Arapça kitabeye göre 1467 yılında yapımına başlanan Fatih Camii, 1470 yılında tamamlanabilmiş.1766 yılında yaşanan büyük deprem felaketinde yıkılıp harabeye dönünce Sultan III. Mustafa tarafından tamir ettirilmiş.

Oturduğum yerden camiyi seyrediyorum, olası bir depremde tarihin tekerrürden etme ihtimaline aldırışsız, bildiği tüm hikâyeleri ses, ışık ve sır geçirmez duvarlarının arasında saklayarak, ihtişamı ile mağrur göğe doğru uzanıyor… Avludaki huşu çevre türbelerde yatan evliyalardan mı yoksa bugün ibadet eden insanların enerjisinden mi bilmiyorum, ama bu sükûneti seviyorum, burası zamanın durduğu yerlerden biri.

Tüm bunların zihnimde uyandırdığı gizemli çağrışımlar bir yana, Fatih benim için çocukluk yıllarımın en güzel hatıralarını yaşadığım bir yer olarak da bambaşka zaten. Bilhassa dar caddesinde karşıdan karşıya geçmememin sımsıkı tembihlendiği Kıztaşına bugün dahi yolum düştüğünde içim tarifi imkânsız bir mutlulukla dolar.

Artık benim geniş mermerli girişinde türlü yaramazlıklar yaptığım o eski ev yok maalesef, sadece hayalimde aynıyla baki.

Kıztaşı’nın bir de hayli enteresan bir hikâyesi daha doğrusu efsanesi var;

Costantinopolis’in Romalı imparatorlarından olan Marcianus adına yaptırılmış beş sütundan geriye kalan son örnek olan bu sütunun, yanından geçen kızların iffetli olup olmadığını haber verdiğine inanılırmış o dönemde. Eğer sütun dik duruşunu muhafaza ederse kız bu efsanevi bekâret testinden geçmiş sayılır, şayet sütun bükülürse bütün şehirde adı çıkarmış.

Çok ilginç değil mi? İşte bugün ne yazık ki adı telaffuz edilince akla sadece bir takım dini önyargıların geldiği bu canım semt daha böyle nice hazineye ve hikâyeye sahip. Misal Şehzadebaşı; Buradaki küçük kahvehanelerde yapılan Direklerarası eğlenceleri Osmanlı döneminde taht şehrinin yegâne eğlenceleriymiş. Hayalhane-i Osmanî, yâda Eğlencehane-i Osmanî denen kumpanyalar “ Tuluat" tiyatrosunun ölümsüzleştiği mekânlar olarak modern tiyatronun kuruluş ve gelişmesinde ilk adımlardan biri olmuş.

Hemen aklıma gelen bir başka önemli yerde Fatih’ten Şehzadebaşı’na doğru yürürken karşımıza çıkan Bozdoğan Kemeri. Bizans döneminde bugünkü Alibeyköy’den buraya su taşıma işlevi gören kemer; anlı şanlı tarihiyle çok övünen fakat nedense kültürel mirasa aynı derecede önem vermeyen zihniyetin bir uzantısı olarak zaman içinde yıkılmış. Şimdi geride kalan 800 m’lik kısmı ile Saraçhaneden gelen arabalara doğal bir geçit olmuş durumda. Bunları görünce İstanbul’u çok hoyrat kullandığımızı düşünmekten kendimi alamıyorum. Hiç değilse bundan sonra daha duyarlı olunmasını umut etmek yapılacak tek şey gibi.



Benim kendi kendime turizm ile bu küçük geziyi yaptığım gün; günlerden Çarşamba. Fatih için Pazar vakti. Buraya kadar gelmişken dolaşmadan olmaz. Çarşamba pazarı öyle bir Pazar ki; burada yok yok. Ne arasanız bulabilirsiniz, buna annelerini kaybetmiş olduklarından bir köşede ağlayan çocuklar da dâhil. Ben bir defasında buldum oradan biliyorum. Ayrıca yerde adım başı kenara köşeye atılmış boş cüzdanlar da bulunabilir. Fatih Karakolunda Çarşamba günleri sadece bunun için çalışan bir birim vardır eminim; Parası hortumlanmış cüzdanları içindeki telefonlardan sahiplerine ulaştırma birimi. Böyledir işte memleketimin insan manzaraları; bir yanı hüzün ise bir yanı komedi şeklinde zuhur eder hep…



Fatih’in zengin mozaiğini hiçbir detay atlamadan anlatmak için zamanın ve sayfaların yetmeyeceğini biliyorum. O yüzden ben en iyisi bu yazdıklarımın sizi bir Fatih turuna heveslendirdiğini umut ederek, İtfaiyenin karşısındaki küçük parka gideyim. Orada asırlar evvelinden kalan aslanbaşlı sütunların arasındaki banklardan birine şöylece bir ilişip küçükken yaptığım ama şimdi unuttuğum yaramazlıkları akşam eve döndüğümde küçük kızıma anlatmak üzere hatırlamaya çalışayım.