26 Şubat 2010 Cuma

ŞİLE VE YAZ



Herkesin bir mevsimi vardır.
O mevsim gelene dek geçen zaman içerisinde olmuş küçük büyük tüm kötü hadiselerden mürekkep yaraları iyileştiren, acıları azaltan, ruhumuzda oluşmuş yırtıkları, sökükleri onaran, güzel bir mevsim.

Bende bu mevsim hiç değişmez, kesinkes ve hep, Yaz’dır.

Kişisel olarak yaşadığım ve top yekûn yaşanılan tüm olumsuzlukları yavaş yavaş unutturan, sıcak esintili akşamlarında insanı kollarında avutan, tüm bir kış boyu hasretle beklediğim Yaz, bu sene İstanbul’a hiç gelmediği kadar güzel geldi, her ne kadar arkasında küresel ısınma ve kuraklık endişesini taşısa da.

Böyle güzel bir Yaz’ı da ona yaraşır biçimde değerlendirmeye ahdettim ben de ne yapayım ve İstanbul’a en yakın sayfiyeleri dolaşmaya başladım; Şile’deyim bugün.

ŞİLEBEZİ ENTARİLER GİBİ SERİN VE TİRİL TİRİL

Şile, adını andığımızda ilk aklımıza gelen şey olan şilebezi entariler gibi serin ve tiril tiril güzel bir sahil kasabası benim gözümde. Yunanca bir kelime olan şilenin anlamı yaban çiçeği. Bu güzel kasaba da adını bir bitki türü olan mercanköşkten almış. Tarihi çok eskilere, ta MÖ. 7. yüzyıla dek uzanıyor Şile’nin. Miletli denizciler tarafından kurulmuş ve o günden bugüne çeşitli uygarlıklara ev sahipliği yapmış bir yer burası. Yüzyıllar boyunca verimli toprakları ve güzelliğiyle Lidya, Pers, Galat, Roma, Selçuklu, Latin, Bizans, ve Osmanlı gibi toplumları da her daim kendine çekmiş. Buraya ilk yerleşenlerin Bthynler olması nedeniyle Anadolu uygarlıkları içinde Bthynia da denilen Şile’nin uzun ve güzel kumsallı elverişli sahili, bugün Akdeniz ve Ege kıyılarını kıskandıracak kadar güzel oteller, moteller ve tatil köyleri ile çevrili vaziyette İstanbul’un hengâmesinden bunalan herkese sakin ve huzurlu bir kaçamak vaat ediyor.

BİR NEV-İ ARINMA MERASİMİ

Sadece denize girmek ve yazın tadını çıkarmakla yetinmeyen keşifperestler için gezilecek pek çok yeri var; Sofular Köyü yakınındaki Meşrutiyet Mağaraları, Şile-İstanbul yolundaki dağ kalesi, Şile Liman yolundaki kilise kalıntıları, Yeniköy"deki Rum Kilisesi gibi. Ben Sofular Köyü yakınındaki Meşrutiyet Mağaralarından başlıyorum. Bu mağaralar ve civardaki Rum Kilisesi bir dönem define avcılarının uğrak yeri olarak epeyce yağmalanmış maalesef. Şile’de bundan başka yaklaşık 15–16 civarında mağara daha var. Bu mağaralardan bir kısmı Doğu Roma İmparatorluğu zamanında ilk inanan Hıristiyan halkın doğal korunakları olmuş.

Bu yaz sıcağında hepsini gezmek hayli serinletici olabilirdi ama bunu işin ehillerine bırakıp, Şilenin meşhur fenerini, ağlayan kayasını, küçük adacıkta yer alan kalesini biraz dolaşıp, serinlemek için benim namıma en ideal yöntem olan denize girmeyi seçiyorum ve kıyıda güzel bir mekân aramaya başlıyorum.

Aslında yüzmek benim için serinlemekten çok daha büyük anlamlar taşıyor, adeta kutsal bir eylem, bir nev-i arınma merasimi, hele de sevdiğim bir denizde yüzersem. Fazla kalabalık olmayan, tenhalığı da can sıkıntısı yaratmayacak gibi duran orta halli bir yer bulup hemen konuşlanıyorum. Bu defa gezim bir yüzme molası ile bölünüyor, şimdi biraz müsaadenizi istiyorum ve denize giriyorum.

İşte tüm bir kış boyu hasretle beklediğim vuslat anı… Hayat suyun içinden bir başka yerde bu kadar güzel olabilir mi Yarabbi?

YAZIN HER DERDE DEVA REHAVETİ

Bu kısa! molanın sonunda ayaklarım geri geri giderek kıyıdan ayrılıp çarşıyı ve büyük meydanı dolaşmaya gidiyorum. Etrafta alışveriş yapan, bir şeyler atıştıran ya da sadece dolaşan insanları seyrediyorum, onlar da yazın her derde deva rehavetine kendilerini kaptırmış görünüyor. Şile bezinin dayanılmaz cazibesine kapılıp birkaç parça bir şey aldıktan sonra bir kahve keyfi yapmanın tam sırasıdır diye düşünüyorum.

Güneşin kavurucu ışıkları tesirini yitiriyor yavaş yavaş ve yerini ruh arındıran bir başka şeye, hoş bir akşamüzeri meltemine bırakıyor. Bir yandan yüzmenin getirdiği hafiflik, bir yanda ılık esinti, bir elimde kahve ötekisinde cigara, keyfime diyecek olmuyor. Bu huzur hali beni keyiften adeta sarhoş ediyor. Tamamdır işte, benim için sonsuz huşu zamanı. Şimdi gönül ister ki böyle kalsın, daha bi gıdımcık ne ileri ne de geri, hiçbir hareket olmasın, zamanı ve hayatı donduralım o karede her şey öylece dursun… Hiç bozulmasın.


Fotoğraf: albay blackrose