25 Şubat 2010 Perşembe

ÜSKÜDAR



ÜSKÜDAR, KIZ KULESİ VE EFSANELER…


Aşk ölmez, bizler ölürüz. Söylencelerse hep yaşar… Aslolan da belki gerçekler değil hikâyelerdir, kim bilir?

Sevgililer günü niyetine…
Hero ile Leandros adlı iki gencin hüzünlü aşkını anlatır bu hikâye;
Hero Afrodit'in rahibelerinden bir güzeldir ve aşka yasaklıdır. Yıllar sonra Afrodit'in tapınağında yapılan bir törene katılmak için kuleden ayrılır ve kader bu ya orada Leandros ile karşılaşır. Birbirine görür görmez delicesine âşık olan iki genç, Leandros'un o gece kuleye gelmesi ile aşklarını kutsarlar. Ve bugünden sonra Kızkulesi, her gece iki gencin gizli aşkının ve yasak sevişmelerinin sessiz ve ölümsüz tanığı olur. Leandros her gece biricik Hero’su uğruna, onları acımasızca ayıran denizi aşarak kuleye, Hero’nun yaktığı ateşe doğru yüzer. Yine böyle bir gecede aşkına kavuşmak için denizin kıyısına gelen Leandros, kopan fırtınaya ve azgın dalgalara aldırmadan, hayalinde Hero’sunun gül çehresi, atılır sulara. Ancak fırtına Hero'nun yaktığı sevda ateşinin fenerini söndürünce, karanlıkta yolunu kaybeden Leandros boğazın sularına gömülür. Sevgilisinin dalgalara kapılıp kaybolduğunu gören Hero da kendini Kızkulesi'nden boğazın sularına bırakır.


Hikâye bizim için burada biter. Aşk; kavuşulmadan yaşandığı için, içine hayat dediğimiz bu acayip oluşumun türlü badireleri girmediği için, ölümsüzleşir ve efsaneye dönüşür.
Bizim günümüzde yaşadığımız hikâyeler ise, aşk olanlarından bahsediyorum, hepimizce bizzat yaşandığı, tanık olunduğu için, malumumuz, fazlaca üzerinde durmaya değmez.
Ama işte; her gece sevdiceği uğruna boğazın karanlık sularını aşmayı göze alan Leandros’un ve onun arkasından hiç düşünmeden kendini sulara bırakan Hero’nun hatırasına Üsküdar’a gidip, Kız Kulesinde, o son sahne ve fırtına ve dalgalar gözümüzde canlandırılabilir. Yaşadığımız hayatta, gerçek ve koşulsuz sevgiden umudunu kesmiş herkese tavsiye edeceğim bu ziyareti yapıyorum tahmin ettiğiniz üzere. Ve iyi geliyor mis gibi iyot kokusuyla beraber yüzüme çarpan, belki de vakti zamanında bu hikâyeye tanıklık etmiş küçük damlalar. Neden olmasın ki, zira köprülerin altından çok sular aksa da, devr-i daim eden hep aynı damlalar.


Kış ortasında yaşadığımız zamansız ama çok güzel bahar günlerinden birinde geldim Üsküdar’a. O kadar güzel bir semt ki burası; ilk bakışta göze çarpmayan fakat dikkatli bir nazarla süzülünce insanı büyüleyen bir kadın gibi endamı kendinde saklı. Bir sürü hikâyesi ile gizemli, evliyaları, erenleri ve tekkeleriyle tevekküllü bir semt.
O’nun hikâyesi de 7. yy da bir Grek kolonisi tarafından Halkeon’un ( Kadıköy )liman bölgesi olarak kurulmasıyla başlamış. O zamanlar adı Hirisopolismiş; yani Altınşehir.
Tarih boyunca önemli bir yer olmuş ama nedense hep kenarda kalmış, merkez olarak değil ama merkezi tümleyen bir aracı gibi kullanılmış ve bu payeyi hep gururla taşımış.
Doğu ülkelerinden gelen elçiler önce Üsküdar’daki bir sarayda dinlenirler, bir süre sonra Pay-i Taht’a alınırlarmış mesela.
Hatta bir rivayete göre adı Farsça “ulak” anlamına gelen “Eskudari”ten türemiş.
Anadolu’da çıkan Celali Ayaklanmalarına karşı hazırlanan Osmanlı ordusu da Üsküdar’da toplanır, buradan ayaklanma bölgesine gidermiş.
Yedi tepede başı sıkışan Osmanlı kulları soluğu, uzun saltanat kayıklarının, gecelerin karanlığına saklanıp gizlice çekilen kürekleri eşliğinde Üsküdar’da alırmış. Oradan da ver elini Anadolu.
Cumhuriyet döneminde kısa bir zaman için ayrı bir vilayet payesini kazandıysa da tekrar ilçe olması fazla zaman almamış.
Sanki bundan dolayı gönlü alınsın diye camiler, medreseler, köşkler, yalılar, saraylar, çeşmeler ve sebillerle süslenmiş her daim.


Gerçekler ile aramın bozuk olduğu bir döneme rastladığından hikâyelerle süslediğim ve bu sebeple beklide tam hakkını veremediğim bu küçük gezi yazımı bir atasözünün kaynağını anlatarak noktalayacağım;
Vakti zamanında Battal Gazi askerleri ile Kızkulesi'ne baskın yapmış, kuleye saklanan hazineleri ve Üsküdar Tekfuru'nun kızını kaçırmış. Tekfurun kızını ve hazinelerini aldıktan sonra da Üsküdar'dan atına atlayıp oradan uzaklaşmış, yani anlayacağınız “atı alan Üsküdar’ı geçmiş”.