11 Mart 2010 Perşembe

SÜLEYMANİYE




SÜLEYMANİYENİN SUKÜNETİ

Ebedi suskunluğun bir mabedi gibi asırlardır duruyor civarın en güzel tepelerinden birinde. Bir yandan Halici bir yandan Marmara’yı seyrederek sessiz bir ihtişam sergiliyor. Sanki kâinatın en gizli sırrını bilir de saklar gibi, sanki bir suskunluk yemini etmiş ve bir daha konuşmamış gibi. Sırrını asla anlatmayacak ama anlayacak kişi olursa şayet kapılarını aralayacak gibi, duruyor.

Çok hatıram var benim buraya dair.

Bu gizemli semt ile ilk karşılaşmamız mesela;

Üniversite sınavına gireceğim okul Süleymaniye İlkokuluydu. Okulun yerini öğrenmek için sınavdan birkaç gün evvel oraya gittim. Hiç bilmediğim bir semtin, o toy günlerimde dahi sıra dışı gelen tarihi sokaklarında kaybolmuş dolaşırken, caminin önünde buldum kendimi. İçeri girdim. Yemyeşil ve ıssız bahçe içinde uzun ve ince bir yolun sonunda caminin büyük, heybetli kapısını gördüm. Sonra kafamı göğe doğru kaldırıp ışık huzmeleri arasından minarelere baktım. Ve işte aniden, anlatılmaz bir duygu ile kendimi zamanın ve mekânın çok dışında, nasıl demeli, adeta cisimsiz hissettim. Bu duygu daha sonraki yıllarda çok seyrek tekrarlanacak olan derin huşu anlarımdan ilkiydi.

Hasbelkader üniversiteye kapağı attığımda kazandığım bölümün Beyazıt’ta olmasına çok sevinmiştim. O zamanlardan beri süre gelen bir tarihi yarımada hayranlığım varmış demek ki. Binasına ve konumuna her zaman hayran olduğum okulumun arka bahçesinde, baharda çimenlere yatıp Süleymaniye Cami’nin ölümü çağrıştıran gri taş heybetinin arasından fışkıran ve taptaze yaşam kokan yeşillikleri seyretmeye bayılırdım.

Yeni bir hayatın kapılarını henüz aralamaya çalışır ve kendime dair ilk keşfedişlerimi yaşarken az dolanmadığım bu daracık sokakları tekrar gezerken tuhaf duygular içindeyim şimdi. Geçmiş ne kadar yakın gibi ise bir o kadar da uzak duruyor. Sanki dün yaşanmış ya da belki hiç var olmamış gibi. Dedim ya tuhaf.

O zamanlar uğrak yerimiz olmuş bir iki kahvenin etrafında dolaşıp, o günlerden bu yana değişen ne olmuş diye baktım. Okulu asmış ya da ders arasında kaçmış birkaç öğrenci dışında bir şey göremedim. Sanki eskiden daha mı kalabalık olurdu burası, ya da belli ki ben erken geldim.

İSTANBUL'UN EN GÜZEL KURUFASULYESİ

Yolumu daha fazla uzatmadan meydana çıktım. Kim bilir ne zamandır gelmemişim buraya. Meydanı restore etmiş ve trafiğe kapatmışlar. Böylece Süleymaniye’nin huzurlu sükûneti bir kat daha artmış. Bizim zamanımızda öğrencilerin en ucuz ve besleyici besin kaynağı olarak itibar ettikleri kuru fasulyeci –ki gerçekten fasulyesi güzeldir- de façayı düzeltmiş meşhur kuru fasulyeci olmuş turistlere hizmet veriyor. Üstelik bu iş iyi tutmuş olacak ki fasulyecinin yanında ki güzelim kahvelerin hepsi birden kendini tutamamış onlarda meşhur kuru fasulyeci olmuşlar.

Tam “ E! O zaman nerde kahve içeceğim ben şimdi” derken, öğrenciyken tanıdığım garsonu gördüm. Beni meydanı güzelce gören bir masaya buyur etti. Böylece bir yandan, bir lokantada yemek yemeden de kahve içebilecek itibara sahip olmanın, bir yandan da ağırdan alan baharın ufaktan gelişinin şerefine gökyüzünde parlayan güneşin tadını çıkarttım.

Oradan kalkınca camiye yöneldim. Tahmin edeceğiniz üzere burası adını, camiye de ismini veren ve hali hazırda caminin arka bahçesindeki alçakgönüllü bir türbede yatmakta olan Kanuni Sultan Süleyman’dan almış.

“Yeryüzünde muteber bir nesne yok devlet gibi

Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi “

Dizeleri ve tarihe yazdığı şanlı zaferleri ile andığımız Osmanlı’nın 10. padişahı olan Kanuni Süleymaniye camini Mimar Sinan’a yaptırmış. Sinan, kalfalık eserim diye bahsettiği muhteşem caminin yapımına 1550 yılında başlamış ve 1557 yılında bitirmiş. Civardaki medreseler, külliyeler ve diğer tarihi yapılar neredeyse olduğu gibi korunup günümüze ulaşmış. Külliyenin içinde bulunan Süleymaniye Kütüphanesi dünyanın en büyük el yazması eserler koleksiyonuna sahip.

YAŞAM, ÖLÜM VE İKTİDAR

Bunca yıl hiç merak etmemiştim ama bu defa caminin içinde dolaşırken Kanuni’nin türbesini görmek istedim. Türbede, benim dışımda birkaç ziyaretçi daha vardı. Başımı örtmememin orada bulunan insanlar tarafından yadırganmamasından hoşnut, bir müddet daha orada durdum. Yaşam, ölüm ve iktidar üzerine bir şeyler düşünmek için daha iyi bir yer olabilir miydi acaba? Vakti zamanında tüm Osmanlı ahalisinin kellesi onun iki dudağı arasında olan bu müthiş padişahı zevcesi Hürrem sultan ile karşılıklı ebedi uykusunu uyurken bırakıp çıktım.

Dünya Koskoca Kanuniye bile kalmamıştı gerçektende, değil ki ne siz, ne ben…


Fotograf: www.math.umn.edu/.../marmara/suleymaniye.html