9 Mart 2010 Salı

ANADOLU HİSARI




İSTANBUL’DA BİR MABET…

Vapur iskelesinin yanında, meydanda balık tutan mutlu kalabalığın arasındayım. Karşı kıyıda Hisar, boğazın lacivert derinliğinde ebedi uykusunu uyuyan bir ejderin, yemyeşil tepelere gelişi güzel uzattığı kuyruğu misali kıvrım kıvrım uzanıyor. Bu eşsiz güzellik ve genzime dolan deniz kokulu temiz hava başımı döndürüyor. Anadolu Hisarı’ndayım.

Burası İstanbul Boğazı'nın en dar kısmında, Göksu (Aretos) Deresi'nin Boğaz'a döküldüğü yer. Aynı zamanda İstanbul'daki en eski tarihli Türk mimarlık ürünü, böyle diyor kaynaklar.


ESKİ ZAMAN AŞKLARININ EN TRENDİ MEKANI

Aynı kaynaklar yapının ve semtin tarihiyle ilgili olarak şunları söylüyor; “1390–91 tarihlerinde Bizans'ı kuşatmaya hazırlanan Sultan Bayezid 1 (Yıldırım) tarafından Boğaziçi'nden geçişleri kontrol altına almak, Göksu Deresi'ne girişi engellemek için yaptırılmıştır bir gözetleme kalesidir. İstanbul'un fethinden sonra yeniçeri hapishanesi olarak kullanılmıştır. Anadolu Hisarı, sultanları, şehzadeleri ve hanedanın kadın üyelerini ağırlamış bir semttir. Zamanın yüksek sosyetesi, yanlarında çalgıcılarla zarif kayıklara biner, şarkılar söyleyerek ya da dinleyerek, mehtabı seyrederken, Anadoluhisarı’nı kıyı boyu kürek çeke çeke dolaşırlarmış. Erkeklerle kadınlar ayrı ayrı kayıklarda olurmuş, ama âşıkane göz süzmeler, bıyık burkmalar "gırla" gidermiş. Kendi aralarında son derece ince bir işaret dili oluşmuş; yıllar boyu geliştirilmiş olan bu dilde her jestin, her duruşun, her mendil tutuşun ayrı, özel bir anlamı olmuş”

Bu küçük anekdotlar çok hoşuma gidiyor, ne yalan söyleyeyim eskiden tarihe bu denli meraklı değildim, belkide geçen yıllarla ilgilidir, kimbilir.

Dilime bir şarkı dolanıyor, mırıl mırıl hep aynı, tek bildiğim nakaratı söylüyorum.

Gidelim Göksu’ya bir alemi-ab eyleyelim

Ol kadehkar güzeli yar olarak peyleyelim

Bize bu talihimiz olmadı yar neyleyelim

Ol kadehkar güzeli yar olarak peyleyelim’

MAHALLE DİZİLERİNİN DEĞİŞMEZ PLATOSU

Yanımdaki adamın oltasının ucundan sarkan irice bir kefal az evvel çıktığı sulara dönmek için güneşin altında birer inci tanesi gibi parıldayan su damlalarını etrafa saçarak çırpınıyor. Etrafı biraz daha seyredip kıyıdan ayrılıyorum.

Küçük boğaz caddesinden karşıya geçiyorum. Daracık yollardan tepeye doğru yürümeye başlıyorum. Berberi, yorgancısı, yufkacısı, bakkalıyla tam bir küçük mahalle havası var ve bu sebeple de neredeyse tüm TV dizilerinde mekan olarak seçiliyor burası. Hatta bir sokağın içinde bir METEOROLOJİ OKULU bile mevcut, ben o kadar söyleyeyim, gerisini siz gözünüzde canlandırın.  Yukarıya doğru ilerledikçe yolun iki yanında dizili restore edilmiş az katlı ahşap evlerin bahçeleri büyüyor ve bu güzel bahçelerin duvarlarından dışarıya meyve ağaçları sarkıyor. .

Dolaştıkça insanı büyüleyen bir sadelik, bir sükût ve bozulmamışlık var burada. O kadar ki ister istemez bir iki metruk evin camında asılı duran satılık ilanının altındaki telefon numaralarını rehberime kaydediyorum. İşte İstanbul’da benim yaşamak istediğim yer burası. Özellikle tepelere doğru etraf o denli sessiz ve ıssız ki hani gözleri bağlı birini buraya getirip bıraksan yemin billâh inandıramazsın İstanbul’da olduğuna.

SAKLI BAHÇE

Yol devam ettikçe evlerin kendileri gözükmez bahçeleri öne çıkar oluyor, bahçeleri çeviren çitlerin ardında görünmeyen bir yerlerden koyun sesleri geliyor. Derken hiç hoş olmaya bir talihsizlik yaşıyorum Ani bir sağanak beni hazırlıksız yakalıyor. Tepeye çıkmaktan vazgeçip saçak altlarına sığınarak gerisin geri dönüyorum. Bu kez Göksu deresinin kıyısında buluyorum kendimi, ilk karşıma çıkan yerde mola veriyorum. Hüseyin Beyin Kafeteryası, böyle yazıyor tabelada. Hani tam da aranıp bulunamayacak cinsten bir yer burası.

Derenin üzerindeki tahta iskeledeki masalar hala ıslak olduğundan camekânlı bölüme geçiyorum. Salaş görünümlü tertemiz huzurlu bir yer. Bahçesinde çocuklar için yapılmış bir ağaç ev bile var. Yağmur başladığı gibi aniden kesiliyor. İçeriden bir sandalye çıkarıp derenin kıyısına kuruluyorum. Küçük balıkçı tekneleri balıktan dönüyor. Güneş gül yüzünü yeniden gösteriyor, derenin sularından yansıyan ışıklar yan taraftaki ahşap evin sırça saçaklarıyla oynuyor. Şimdi bir kahve keyfi yapılıp hayatın tüm bu güzellikleri için birkaç dakika saygı duruşunda bulunulmazda ne yapılır? Yapıyorum…

Yağmurun azizliğiyle çıkamadığım Kale sefasını bir başka sefere bırakıp eve dönerken kıyıdaki muhteşem yalıları, sükûneti ve bozulmamış ruhu ile Hisar gönlümün en mutena köşesinde açtığı genişçe yere İstanbul’da saklı kalmış bir mabet olarak çoktan kurulmuş oluyor.


Resim: Bilge Gayrimenkul Değerlendirme