7 Mart 2010 Pazar

BEŞİKTAŞ




SERÇELERLE KAHVALTI ETMEZ MİYDİNİZ ?


Beşiktaş’tayım. Kadıköy iskelesinin yanındaki küçük salaş çay bahçesinde gözlerim kapalı oturuyorum. Hayır, romantizmden değil, İstanbul’u gözlerim kapalı dinliyor falan da değilim. Sadece bulut kaçkını bir kış güneşinden gözlerimi açamıyorum o kadar. Üstelik güneş gözlüğümü de evde unuttum.

Ama yine de öyle güzel ki şu an burası. Serçelerle birlikte kahvaltı yapıyorum Kızkulesi’ne karşı. Bir yandan çayımı yudumlarken kısık gözlerle manzarayı seyrediyorum. Güneş kirpiklerimin arasından envai çeşit renkte ışık olup yayılıyor. Topkapı Sarayı ve camiler hafif bir sabah pusunun ardında usta bir ressamın elinden çizilmiş gibi duran siluetleriyle gökyüzünü süslüyor.

14 Şubat sevgililer günü dolayısıyla seçtim Beşiktaş’ı. Belki dedim, bar ve kafeteryalardan, kalabalık sokaklardan sıkılmış, sevgilisiyle baş başa zarif bir gün geçirmek isteyen birileri olursa bu yazıyla aradıkları alternatifi Ihlamur Kasrında, boğaz kıyısında yahut Yıldız Parkında bulurlar.

Kahvaltı faslımız bitince ( gerçi serçeler hala aç görünüyor, yoksa bunlar başka serçeler mi? ) şekerli bir sabah kahvesi söyleyip yakıyorum bir cigara. Dumanı manzaraya doğru üfleyip not defterimle kalemimi çıkarıyorum. Zira bu güzel günde dolaşmadan yazacağım bu yazıyı, oturduğum yerden. Biraz buradan biraz da Yıldız Parkı’ndaki güzelim tarihi köşklerden.

KEFERE DESTİNDE " KONAPETRO"

Beşiktaş’ın tarihi ile ilgili okuduğum kaynaklar tarihin söylenceye karıştığı ilkçağlardan başlıyor. Beşiktaş’a ilk isim veren meşhur mitoloji öyküsündeki Altın Post arayan İASON olmuş. Boğazda karaya ilk ayak bastığı yer bugünkü Dolmabahçe sarayı civarlarında.

Bizans döneminde tüm Boğaziçi gibi burası da Karadeniz’den gelen istilacılar sebebiyle sur dışında kaldığından yerleşim alanı olmamış. Karadeniz’in Osmanlı donanması tarafından kontrol altına alınması ile beraber 16.yy dan başlayarak yavaş yavaş artan önemi, Hanedanlığın önce Dolmabahçe Sarayına ardından da Yıldız Sarayına taşınmasıyla en üst noktaya ulaşmış.

Evliya Çelebi seyahatnamesinde "zaman-ı kadimde bu şehir kefere destinde (elinde) iken ismine Konapetro derlerdi, yani taş beşik "diye yazar. Ona göre semt ismini buradan almış. Bununla ilgili diğer bir bilgi ise ismin Barbaros Hayrettin Paşanın kıyıda gemilerini bağladığı beş taş ‘tan gelip zaman içinde söylenişinin bugünkü halini aldığı.

Beşiktaş’ın yaşadığı tüm dönemler içinde benim en çok ilgimi çeken zaman dilimi 2. Abdülhamit’le beraber yaşadığı “ istibdat “ dönemi. O dönemde semt, Devletlû Padişahın paranoyaları sebebiyle adeta bir “yasak şehir” halini almış. Aslında yaşadığı suikast ve tahttan indirme teşebbüslerine bakacak olursak haksızda sayılmazmış.

YILDIZ PARKI BİR NEV-İ  VAHA GİBİ

Bu bahsi geçen zamanlardaki doğal bitki örtüsünü - ki boğaz kıyısı boyunca yamaçları kaplayan korular ve şimdi Beşiktaş’ta sokak ismi olmuş şırıl şırıl derelerden oluşan muazzam bir yeşillikten bahsediyorum- çarpık betonlaşma sonucunda bugün ancak içimiz sızlayarak hayal edebiliriz. Bu hayali biraz olsun ete kemiğe büründürmek isteyince yapılacak en güzel şey Yıldız Parkına yol almak.

Çok uzunca bir zamandır gelmemiştim buraya, ne yazık! Kapıdan içeri girip asırlık çınar ağaçları boyunca, kuşların yeşil kuytularda yankılanan mutlu çığlıkları arasında, korunun içine doğru attığım her adımda biraz daha kayboldum bu sükûnetin içinde. Aniden bütün şehrin kalabalığı, gürültüsü, betonu ve trafiği çok uzakta kaldı, yüksek duvarların arkasında. Soluduğum havadaki oksijeni bu kadar yoğun hissetmeyeli kim bilir ne zaman olmuş.

Bu büyüleyici atmosferde huşu içinde dolaştım biraz. Tuttuğum yol beni Malta Köşkü’ne çıkardı. Buraya gelene dek aldığım küçük notları derleme zamanı şimdi. Yazıma, burada devam ediyorum. Yine güzel bir manzara, yine sıcak demli bir çay ve yine keyifle.

BİTERKEN

Beşiktaş’ı sadece deniz kıyısı ve Yıldız parkından ibaretmiş gibi anlattım galiba biraz. Ama olsun. Nasılsa siz buranın kitapevleri, üniversiteleri, tiyatro ve sinemaları ve çarşılarıyla sürekli bir hareketlilik içinde yaşayan halini zaten biliyorsunuz. Şimdi unutun o bildiğiniz Beşiktaş’ı. Ve baharı beklemeden kışın sakin ve olabilecek en güzel halini yaşamak için Yıldız Parkına gidin. Hatta mümkünse bunu hafta içi bir güne denk getirin. Ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.